19 Şubat 2011 Cumartesi

bir araştırmacı bilogırlık şeysi: orhan ne çeker?!

seksist küfürler savurasım var okuyucu, yumurta atasım, parayla adam tutup ellerinde nutellayla konya ovasına salasım, "ben bir delikten ibaret değilim, zar dediğin de tanrının akıl sır ermez espri anlayışından başka bir şey değil zaten" tarzı ergen cümleleri kurasım var. ama şahsıma yakıştıramadığımdan kendimi tutuyorum. iyi güzel de, tut tut nereye kadar be reyiz?! hep söyledim hep söylüyorum: huzur istiyorum ben, istikrarlı bir psikoloji istiyorum, bölünmüş benliğim koalisyona dursun, tüm kişiliklerim bir arada mutlu mesut yaşasın istiyorum. ne yani, boşuna mı kullandım ben o bıngıl bıngıl et yapan anti-depresanları, sana diyorum? deliliğin med-cezirli dalga boylarına salmayın beni allooo, yaşatmayın lan bu iç kanamaları bana!

ıhhmm nerde kalmıştık? evet..

cennet misali yurdumda hayat, cehennemi bir kaosa dönüştü malumunuz. gün geçmiyor ki köşesinden fırlayan bir deli attığı taşla suyu biraz daha bulandırmasın, bizleri ağlamakla gülmek arası çilekeş hallere gark etmesin.. misal, titrine kurban olduğumun profesörü buyurmuş: "dekolte giyene tecavüz edilir!" al buyur buradan yak! el elde baş başta kaldım kaç gündür, ne tepki versem bilemiyorum, kelimeleri henüz keşfetmiş gariban mağara adamı gibi kekeleyip duruyorum.

zat-ı şahanelerinin ismi de fikrinin habercisi gibi sanki: orhan çeker.. bak kıymetimi bil diye söylüyorum; vallahi de billahi de üşenmedim, sırf senin için enine boyuna araştırdım okuyucu. kurucusu, muhabiri, her bişeyi bendeniz olan "öz asoşeytıd pires yayıncılık" gururla sunar:


orhan ne çeker?

- baştan söyleyeyim, orhan iktidarsız bir kardeşimizdir; otuz biri geçer, yüz biri geçer, en iyi ihtimalle üç yüz elli bir çeker.. eh, fazla çalışan bir organın haddinden fazla büyüyeceği de düşünülürse, orhan yürürken hafifçe sağa çeker.

- bedeni 50 okka, badem bıyığı 5 dirhem, aklı ise sulanmadığı vakitlerde en fazla 2 kırat çeker.

- orhan hiçbir şeyden çekmez genlerinden çektiği kadar.. develer tellal pireler berber iken yaşamış ve adı soy ağacının en dibinde ancak baş harfleriyle anılan (tesadüfe bak, o da O.Ç.) bir atasından kalma çekinik troll genlerinin, orhan henüz ceninkene baskın hale geçmesiyle ortaya çıkan garip bir dna sentezinin yan etkilerinden muzdariptir, üniversitenin genetik anabilim dalını sırf bu yüzden dağıtmışlığı da vardır. genler allahsız, genetikçiler kafirdir; orhan gördüğü yerde hepsine hareket çeker.

- hoş görün beyler, maruz görün hatun kişiler.. alzaymır böyle illet işte, neylersin? dile vurur, akla vurur, göze vurur.. misal, dekolte görsen, evde "hadi hanım, allahın izniyle iş görelim!" deyince soyunan karın düşer aklına, karıştırırsın. bak leb demeden leblebiyi nasıl da anladı şeklinde sırıtarak dekolteye abanır, sonra da vallahi memelerini gel git aklıma önce o soktu deyu feryat edersin. bu hallere düşmekten korktuğundan dekoltelilerin şerrinden allaha sığınan orhan, yolda yolakta tövbe estağfur çeker.

- orhan da bir yanıyla insan sonuçta; arada sırada "allahım seni en iyi ben anlıyorum ama beni kimse anlamıyor, işte onu anlamadım ben.." diye yakınır, içlenir, şöyle uzun uzuuun bir iç çeker.

- çok derdi varmış orhan abimin, araştırınca anladım bak. misal az biraz sosyopat olduğundan toplum içine çıkınca heyecan basar, kalbi sıkışır, bıyığı burulur.. o yüzden hep içine atar garibim. muhabirler de mikrofonu dayayınca burnuna, dayanamaz, önceki gün zındık bir öğrencinin cebinde bulup el koyduğu ottan bi fırt çeker.. kafası güzel orhan o güne kadar biriktirdiği şeyleri sayar, kafirleri sünnet eder, dekoltelileri giydirir.. sonrasında eve dönerken, içindekileri kusmanın verdiği o rehavetle bi de güzel uzun hava çeker.

- ertesi gün şişine şişine fakülteye gelir, son model tivisinden haberleri açar ki bi de ne görsün? bakan bey "ne gerek vardı ki şimdi, kıçınızdan beyanat uydurmayın olm!" diye dellenmemiş mi? düzen nasılsa sen de öyle olacaksın düsturuyla övünen orhan da hemen dümeni çark ettirir, "tecavüz demeyecektim ben! acılı tarhana yedimdi öğle vakti, ondan sebep dudaklarım uyuşmuş. valla taciz diyecektim, tecavüz mü anlaşıldı ki?!" şeklinde akıllara zarar bir açıklamayla, kıç yalamaktan hastalık kapmış, apse yapmış ağzına kendince bir ayar çeker. 


bitti mi? bitmedi... 


- fikrini hoş göstermek babında zikir çeker, gece yatmadan önce tespih çeker, uykusunda elini bi memeye koyar, öbüründen çeker.. gerekirse "tecavüz ederim, tecavüz edersin, tecavüz eder.." diye fiil bile çeker..


saymakla bitmez orhan abimin çektiği, derin adamdır o. ama ben biliyorum, sen bunca çileyi bizim için çekiyorsun orhan abi. 

abi, abiimmm benimm! 

evet abi? evet, evet abi..

iki yüz elli bir, iki yüz elli iki, iki yüz elli üç... çek abi!




|

12 Şubat 2011 Cumartesi

bir garip mim..

şimdi bu benim yaza(maya)cağım ilk mim ya, garip hissettim ben. içimden D.'nin sorusunu habire tekrarlayıp duruyorum, her tekrarda psikolojimi kadirizme daha bir bağlıyorum: "ağaç olsan hangisi olurdun mefisto? söyle diyorum bak, söyleyeceksin!" diye. en sonunda eni konu heyecanlandım ben, böyle ateş bastı, titreme falan tuttu... sanırsın asoşeytıd pres, roytırs falan en prestijli muhabirlerini yollamış da, tüm blog dünyası kalbi ağzında küt küt ataraktan onlardan gelecek haberi bekliyor.. allaam, diyorum, sen ki bunca ağacı halk ettin, bi söylesen fena mı olur yani beni ne ederdin? ilham perisine sormak zaten lüzumsuz, öleceğini bilse yine de bana imtiyaz geçmez o. ne zaman ıkındıysam kulağımda dümbelek çalmaktan öte bir faydası dokunmadı şükür. ama insan alışan hayvandır, demişler. hezeyanıma da alıştım ben sonunda. 


hem yoruldum da, durmak istedim. işte o vakit erkan oğur düştü aklıma. der ki bir şiirinde:


  "insan değil ağaç olsam
dallarımın arasından rüzgarlar esse
yapraklarım, çiçeklerim, meyvelerim olsa
mevsimleri yaşasam...
köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam.
kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar...
böcekler, karıncalar yollansalar içime,
çürütseler oralarımı...
ballarım, sakızlarım olsa
gövdeme bir insan yaslanıp uyusa...
ben bunları hiç bilmesem; sadece ağaç olsam..."


 "durmak" isteğinin en naif yansımasıdır ya bu şiir hani, insanın içi cız eder. benimki eder.. zaten erkan oğur her daim bam telime dokunur; içim bir tuhaf, kalakalırım öyle.


ben sadece ağaç olmak isterim velhasıl. her şeyden yorulduğumda, hiç hissetmeyeceğim o ana kök salmak isterim. durmak isterim...


(ayrıca bu mimi bingöl'deki halamlara, vakt-i zamanında istanbul'a göç etmiş dursungillere, bi de çok sevdiğim tertibim hasan'a gönderir, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.)




|

6 Şubat 2011 Pazar

isyanım var bilok, şurda azıcık depreşip gidecem



elinden ayağından tutulup bırakılmayası, sarılınası, sırf varolduğu için mutlu olunası güzel bir abimiz halil sezai paracıkoğlu.. ben bu adam eline gitarını alınca ağlıyorum arkadaş. neden, bilmiyorum da üstelik. sesinde, sözlerinde falan bir şey var; ağla ulan, diyor, ağlayacaksın! ben de pavlov'un şartlanmış köpeği gibi emre itaat ediyorum herhal; bilmiyorum ki.. bak sana yemin ediyorum okuyucu, sende kalacağım diye gelsin evime, fazlalık ediyorsam ben çıkayım abi, derim. o kadar yani! sırf şu tanıtım videosu için de gösterime girdiği ilk gün gidip izleyeceğim incir reçeli'ni. böyle de garip bir ahval içindeyim..




|

5 Şubat 2011 Cumartesi

hıncal uluç'a açık mektup

sizi şahsen tanımam, zaten bugünden sonra da hayatımda tesadüfi olarak dahi yer kaplamanızı istemem. hakkınızda bütün bildiğim, gazeteci olup televizyonlarda boy gösterdiğiniz, eskinin türk filmlerindeki para babaları gibi takım elbise içine fularla (büyük ihtimalle sabahları saten pijama üzerine robdöşambr ve fular olarak değişiyordur) gezdiğiniz, bana her duyduğumda küçükken çizgi filmlerde izlediğim "değerli" adındaki köpeği anımsatan antipatik bir gülme stiline sahip olduğunuz ve torununuz yaşındaki manken kızların sütun misali bacaklarını omzunuza atarak öpücüklü pozlar vermekten hoşlandığınız..


ama kaleminizi mürekkep hokkası yerine kubura batırarak döşemeyi tercih ettiğiniz bugünkü yazınızı okudum. yazınızda kullandığınız cümleler bana dedemi hatırlattı. siz de benim dedem yaşındasınız; "siz" hitabını seçişimin altında yatan sebep saygıya mazhar oluşunuz değil, sadece budur. ama dedemden oldukça farklısınız, aslına bakarsanız iyi ki de öylesiniz. benim dedem mahalle bakkalıydı. adı, mehmet'ti. ilkokul mezunuydu ve üç dil bilirdi: türkçe, kürtçe ve arapça. üçüne de doğduğundan beri konuşuyormuşçasına hakimdi. sizin gibi türkçe konuşurken araya farklı dillerden kelimeler serpiştirme ihtiyacı duyacak kadar yetersiz bir anlatım üslubuna sahip olmadı hiçbir zaman. bana seslenirken asla adımı kullanmaz, "canımın bülbülü" diye hitap ederdi..


siz hiç, birisini bu kadar içten hitap etmeyi tercih edecek kadar sevmeyi başarabildiniz mi?


yazınızda defne joy foster'ın arkasından saygıyla konuşulmasını hak edecek bir şekilde ölmediğinden, deyim yerindeyse yerden yere vurmanın mübah olduğundan bahsetmişsiniz. "bekar bir erkeğin evi" diye ısrarla vurgulamış, o eve giden, üstüne üstlük bir de utanmazca o evde ölen bir kadını direkt olarak mahkum ederken, ölüm olayının birkaç saat sonrasında "duygusal yakınlaşmamız oldu" tarzında çapsız açıklamalarda bulunan ev sahibi adama "kerata" diyerek erkekliğin şanındandır mesajı vermişsiniz. bu çelişik tavrınız söz konusu adamın küçük yeğeniniz olmasından, bekar evi diye ısrarla belirtmeniz de evinize gelen her kadını yatak odanıza davet etme alışkanlığınızdan ileri geliyor olsa gerek... benim dedem ise ölüme saygı duymayanın hayatta saygı bulamayacağını nasihat ederdi bana. insanları kati suretle yargılayıp yaftalamaz, gönül verdiği dinin kitabının türkçe ve arapça basımlarını hatmetmiş bir insan olmasına rağmen (ve belki de salt bu yüzden) ahlak zabıtalığına soyunmaz, yargılama işinin allaha mahsus olduğunu söylerdi. insanların özel hayatlarının mahrem olduğunu, hatalarını cezalandırmanın diğer insanların haddine düşmediğini ve kıyamet gününün bunun için var olduğunu da.. akademik açıdan yok denilebilecek eğitimine rağmen asla bir yobaz olmadı. namaz kılarken önüne geçip seccadesinin üzerinde yuvarlandığımı hatırlıyorum, hiç sinirlenmeden selamını verip namazı bırakır, bir müddet benimle oynadıktan sonra ona birkaç dakika müsaade etmemi ister ve namazına yeni baştan başlardı.


siz hiç, karşınızdaki insan çocuk olmasına rağmen kalbinin kırılmaması için bu derece naifleşebildiniz mi?


mesela dedemin torunu yaşındaki kızlarla gezip tozduğu vaki değildir. kişi kendini bilmeli, kendine yakışanı yapmalı, derdi o. siz ise, gezip tozmak bir yana, her zaman ak olduğunu iddia ettiğiniz alnınıza kırmızı rujla erkekliğinizin nişanesi olarak yapıştırılmış gibi duran öpücüklü resimlerinizle ve fuhuş operasyonu kapsamında gözaltına alınmış sevgililerinizi polisin elinden kurtarmak için açtığınız telefonlarla medya organlarını hayli meşgul ettiniz. işin tuhaf yanı, o zamanlar başkasına zarar vermediği takdirde herkes istediğini yapabilir, diye gülüp geçiyordum bu hallerinize. fakat şimdi büyük bir ikiyüzlülükle yazılarınızda yüksek ahlaklı geçinmekten dem vuruşunuz, "dinime küfreden de bari müslüman olsa" deyişini getiriyor aklıma..


hangi mantık dizgesine oturtsam gözümde bir türlü zeka kazanamayan yazınızda mahalle baskısından, empatiden bahsetmişsiniz. sanırım post-modern çağın felsefik psikozuna siz de tutulmuş, ileri derecede kavram kargaşasının içinde boğulmuşsunuz. yazık! eski bir kızılderili atasözü "bir insanı anlayabilmek için gökte üç ay eskiyene kadar onun makosenleriyle gezin." buyurur. anlaşılacağı üzere, empati kurabilmek her yiğidin harcı olmadığı gibi, en fazla hacet görmeye yetecek kısacık zaman dilimlerinde döşenebilecek kadar ucuz yazıların yazarlarına göre de değildir. derinlik ister, muhakkak ki vicdan ister!


ama madem bu kadar arzu ediyorsunuz, gelin birlikte empati yapalım..


ben defne'nin kocasının yerinde olsaydım eğer, henüz ölmüş karımın üzerine adi bir hayvan leşi gibi tükürülmesini istemezdim. beni aldatmış dahi olsa, bu durumun sürekli dillendirilerek insanların nezdinde çok amiyane tabirle "boynuzlu" durumuna düşürülmeyi ve salt bu sebepten insanların yüzüme vıcık vıcık bir acımayla bakmalarını, yerimde olmadıkları için içlerinden ya da gazete sayfalarından tanrıya şükür duaları sarkıtmalarını istemezdim. gururum kırılırdı. düşünceli geçinen bir insanın, karımın yaptıklarını onaylamasa bile benim onurumu düşünerek bunu diline pelesenk yapmamasını diler, yapanlardan ölesiye nefret ederdim.


ben defne'nin oğlunun yerinde olsaydım eğer, büyüyüp internette adını girdiğimde annem hakkında çıkan ve büyük bir seviyesizlik örneği olarak, anneme dolaylı yollardan orospu damgası vuran yazıları görmek istemez; toplum tarafından onurumun korunmuş olmasını dilerdim. hatta düşünüyorum da, ben o çocuğun yerinde olsaydım, tüm bu cümlelerin özü sözü bir olmayan insanlar tarafından yazılmış olmasına daha çok üzülürdüm..


dedem, ayağını her kaldırdığında yıllar sonrasını bile hesap ederek at adımlarını, derdi. benim dedem öldü. kanserden. ailemizin genetik hastalığı.. yani bizim ailemizin ömrü kısa ama sevindiğim bir şey var: genlerimizde, sizde mevcut olan türden akıl hastalıkları vuku bulmadı hiçbir zaman.


benim dedem öldü...öldüğünde hiç tanımadığımız insanlar geldi cenazesine, ağlıyorlardı. sonradan öğrendik ki, bakkalını kapatınca sırtına attığı çuvalıyla, önceden tespit ettiği fakir fukarayı dolaşıyormuş akşam vakitlerinde. çay, un, şeker.. elinden ne gelirse. ve hiçbirimizin haberi olmamış onca yıl, ne tuhaf. ondan her bahsedişimde kendimi yalnız hissederim hala, kimsesiz ve yapayalnız..


siz ise, belki de uzun bir zaman daha televizyonlarda boy gösterecek, demokratik platformlarda hastalıklı bir özgürlük anlayışıyla yazılar döşeyeceksiniz. bildiğim bir şey var ki, yarın, belki de ertesi gün ekranlarda yahut köşenizde "yanlış anlaşıldım" diyeceksiniz. kesseler sözümden dönmem, dediğiniz başınızı önünüze eğecek, ortalığa insanlık dışı bir tutumla saçtığınız tükürüklerinizi hiç utanmadan yalamaya girişeceksiniz. merak ediyorum, bahaneniz ne olacak?


- yaşadığınız onca yıl boyunca hayatın size vermeyi reddettiği bilgelikten yoksun oluşunuz mu?
- andropozlu beyninizin bulanıklığı mı?
- kimsenin sizi gerçekten sevmemiş oluşu mu?
- gelişimi güdük kalmış insanlığınız mı?


yoksa...


- zihnen sakat birine köşe veren genel yayın yönetmeniniz mi?


siz ne sanıyorsunuz? siz öldüğünüzde, en yakınlarınızın dahi tanımadığı insanlar hayır duaları ederek, en samimi gözyaşlarıyla mı uğurlayacaklar sizi? siz öldüğünüzde, "kerata" diyerek sırtını sıvazlayıp şımarttığınız insanlar, kendilerini çok ama çok yalnız kalmış gibi hissedecekler mi arkanızdan, yıllar yıllar sonra bile?


hiç zannetmiyorum!!!




|

3 Şubat 2011 Perşembe

sahibinden satılık bilinçaltı

sorarım sana okuyucu, ne çeşit bir insan evladı rüyalarını japonca görür ki? hem de üç gün üstüste! 

böyle çekik gözlü, kara kaşlı, ufak tefek adamlar rüyamda üzerime üzerime eğilip kulağa küfür gibi gelen lisanlarıyla bir şeyler söyleyip duruyorlar. ben de korku filmlerinin cinnete beş var kızları gibi öyle bakıyorum yüzlerine... rüya değil, karabasan yemin ederim. durumun absürdlüğünden geçtim, ya önemli bir şey söylüyorlarsa? ya tanrının post-modern mesaj verme yöntemi buysa artık? elin japonu hiç üşenmeden rüyama girip yeni vergi kanunun haksızlığından yakınacak değil ya? kesin mühim bir şeydir, kesin! 2012'de sığınılması gereken yegane mağaranın koordinatları olabilir mesela. ya da isa'nın dirileceği gün ve saat? uzayda yaşam bulabilmek için insanlığın bakması gereken spesifik bir nokta???

ilk gün anneme sordum, "kıçın açıkta kalmış mefisto afedersin" deyince sıkı sıkı örtünüp yattım; olmadı. ikinci gün yorganı tevbe bismillah çekerek açtım; olmadı. üçüncü gün yatağımdan feragat ederek kanepeye yayıldım; ııh! hayır bi de deli yatarım, daracık yerde çırpın çırpın nereye kadar? inan olsun, kafam bacaklarımın arasında uyandım en son. uyandığımdan beridir de bu saçmalığı hangi mantığa tabi tutsam diye nette rüya yorumlarına bakıyorum. bulabildiğim en yakın sonuçlar şöyle:


rüyada yabancı dil konuşmak : rüyada güzel ve açik bir sekilde yabanci bir dili konustugunu gören kimse, benzeri olmayan izzet, seref ve mülke erisir. eger tüccar ise, bulundugu yerde isim yapar. herhangi bir zanaatkarsa yine isim yapar. rüyada bütün dillerle konustugunu gören kimse, dünyaca büyük islere malik ve aziz olur..

(bu seçeneği direkt eledim çünkü konuşmaktan ziyade, konuşana "bak küfür neyin ettiysen çok pis küçümserim, geri kalan ömrünü hiç çıkmak istemeyeceğin bi odada kovalara işeyerek geçirirsin!" bakışları atıyorum ben. bu kadar da net bakarım!)


rüyada japon görmek : rüyayı gören evli ise hayra yorulur. rüyasında japon görmek bekar için, sadık birisi ile evleneceğini işaret eder..

(dolaylı olarak doğru olabilir, adamların hepsi japon neticede. ama rüyanın anafikrine aykırı gibi sanki. heyecan yapmaya gerek yok..)


rüyada japon güreşçisi görmek : içinde bulunduğunuz hayat mücadelesini zorlukla yürüttüğünüze, bazen kar, bazen de zararla bilançonuzu kapattığınıza delalet eder..


(adamların kafalarından gayrısını göremediğim için sumocu olup olmadıklarını bilemeyeceğim ama gıdıları olmadığına eminim. ayrıca da çoook zenginim, sigaramı yeşil bangonotla yakarım ben. bilmem anlatabildim mi?)

rüyada japon gülü görmek, japon balığı görmek falan gibi varyasyonlar da var tabii ama bunların konuyla uzaktan yakından alakası yok maalesef.  e ne peki bu şimdi? 

allahım bir şey söylemeye çalışıyorsun farkındayım ama, ben sandığın kadar zeki değilim; kurbanın olayım bari bu gece altyazı geç! 


yanlış anlaşılma korkusundan doğan edit: yazıyı yazdıktan sonra resim ararken karikatüre denk geldim, hem çok güldüm hem de cuk oturdu. karikatürlere konu olacak adammışım meğer, takdir ettim şahsımı..




|

1 Şubat 2011 Salı

libido ergo sum

büyük düşünür, düşünür de konuşur, konuşmasını gözyaşlarıyla taçlandırır akp genel başkan yardımcısı bülent arınç buyurdu: hayat içki ve seksten ibaret değildir!


ben ki bir ayyaş ve nemfoman olarak, şu yaşıma kadar içki içip seks yapmaktan başka bir şey bilmeyen bir insandım; bu cümleyi duyunca ışık görmüş tavşan misali kaldım ekran başında. cümleye denk gelişim de bir tuhaf hani.. alkolün gırla gittiği, kimsenin kimseyi tanımadığı, kimin eli kimin eteğinin altında belli olmayan partilerden birindeyim o sıra, bu beyanatı duyar duymaz herşeyi bıraktık biz. böyle bakıyoruz birbirimize, her bakışmada daha bir aydınlanıyoruz, deyim yerindeyse ışıldıyoruz.. hayatımız birden bire santimetre kareye otuz yılda bir üç damla yağmur düşen çöller gibi kurak kaldı gözlerimizin önünde. hayır, devamında hayatın neden ibaret olduğunu da deyiverseydi, hani bir yol gösterseydi ben ve benim gibilere, bu kadar anlamsız bırakmasaydı bizi güzel olurdu.


"eyy fasülyeden bülent'e bile aydınlanma bahşeden rabbim, bu kulunu es geçmen reva mıydı yani?" serzenişleriyle ne yapacağımı düşünmekteyim o günden beri..


baktım olacak gibi değil, kendime saati bilmem kaç bin dolardan (kıskanmayın diye dillendirmiyorum) bir yaşam koçu tuttum. o da freudyen bir akp'li ("bu nasıl sentez?" diyeni hiç acımam, döverim!) çıkmasın mı?!


- darlanıyorum ben ademkişi; intihar mı etsem, gece vakti caddelerde cıscıbıldak mı koşsam, ne yapsam bilemedim...
+ bak sana söylüyorum, bu gidişat hayra alamet değil. senin içip içip sevişmen lazım!
- yahu ben arınma sürecindeyim diyorum, sen seks diyor, alkol diyor, bi de utanmadan gereklilik kipi kullanıyorsun! hiç mi dinlemedin bülent beyefendiyi?!
+ mağrur olmasın bülent ama ondan büyük tayyip var! ne demiş başbakanımız?
- ne demiş???
+ en az üç çocuk, demiş. sorarım sana saygıdeğer müşteri, sevişmeden bu potansiyel oy verenleri nasıl yapacaksın? hem sendeki boy belli, pos belli.. malum, sivilcelisin de üstelik.. içmeden-içirmeden ne şekil bir fuck-body yapacaksın zatına? değil mi ya?!
- ya bu da biraz ağır kaçtı sanki ama, bilemedim ki ben şimdi.. hem alkole örtülüsünden bir yasak gelmedi miydi?
+ aman be kardeşim, yaşam koçuyuz diye herşeyi de ben mi söyleyeceğim yani? ne demiş sayın başbakanımız?
- yine ne demiş??
+ suya nazır yerlerde içmeyeceksin, demiş. yani.. arkadaş ayağına tavlayacaksın erkeğini, alacaksın içkini, gidip evinde yapacaksın ne yapacaksan. toplum ahlakına da ters düşmeyeceksin böylece.. ne şiş yanacak ne kebap!
- vallahi de anladım billahi de anladım! şahsına yedirdiğim dolarlar cebinde katmerlensin, savurgan avratlara nasip olmasın inşaallah, koçum benim!!!


artık gündüzleri işinde gücünde üretken bir yurt insanı, geceleri ise hala ayyaş ve nemfomanım. hayatın nelerden ibaret olduğunu yavaş yavaş çözdüm sanki.. daha mutluyum vesselam.


şimdi tunus'u, mısır'ı felan gördükçe, "tayyip'i ve avaze avanesini işlevsel bir takım halinde, isyankar arap ülkelerine 100 yıllığına kiralasak mı ne?" demekten alamıyorum kendimi. böylece hem onlar kendilerine yeni bir başbakan bulur hem de biz elindekini paylaşan, bencillikten bihaber müslümanlar olarak gayet zarif bir hamleyle akıl sağlığımızı ve dahi cennet parsellerini bir arada garantilemiş oluruz; hı??!




|