24 Aralık 2009 Perşembe

geceden sızan...

bazı geceler insanlığın tüm cerahatinin aktığı arka sokaklara düşüyorum. kangren olmuş sokaklar geçiyor içimden. neden olmasın? başka bir yere ait olduğuma dair kanıtınız var mı? gözlerimi açtığım anda kesilen kalem tutan elimden aralıksız sızan irin, köşebaşındaki ölü bakışlı lambaya sarılıp haykıran sarhoş bir orospuya doğru akıyor. kelimeleri ahşaba vuran topuk kadar sert, ve yankılı cümleleri : "hüzünlü değilim ulan, diye bağırıyor, değilim işte! götünüz yiyorsa bi de böyle sevin bakalım beni!"

halbuki içine yuvalanmış o ağır hüzün söyletiyor bunu ona. olur öyle, inkar ettiğimiz, etimize en çok değendir bazen... 

4-5 yaşlarındaydım. eve yeni renkli bir televizyon alınmıştı. grundig, iyi hatırlıyorum, kutusu gözlerimin önünde ve inanamazsınız, okuma bilmiyorken aklınıza kazıdığınız bir resim, okumayı öğrendikten sonra hala aklınızdaysa yazıya dönüşüyor. neyse, yeni televizyonun kutusu misafir odasında duruyordu. ablam kutuyu salona getirdi, beni de içine koydu. annemle babam gelince beni bulamasınlarmış. sonra kutu hareket etti, balkona çıkardı beni. ne dediğini de anlamıyorum içeriden, babam gelip birazdan çıkarır diye bekliyorum. kutunun içi dumanla doldu, bir köşesinden ateş daldı içeriye, belki sadece oyun oynanıyordu ama altıma işedim. ebe miydim? saklanıyor muydum? peki o halde nereye kaçıyordum? bazen diyorum keşke o kutuda kalsaydım. hiç çıkmasaydım..

bu, güzel bir gece değil...

 

21 Aralık 2009 Pazartesi

kemerlerini bağla okuyucu, film eleştireceğim!


breh breh, ne filmmiş! internet üzerinden bile bilet alabilmek yarım saat sürüyor. koltuğumuzu seçip tam bileti alacağız, site "ehehe o yerler satıldı ki, avil!" türünden uyarılarla çıkıyor karşımıza. birkaç seferden sonra kendimizi ısrarla milletin kucağına oturmaya çalışan sosyal ortam sapıkları gibi hissettik, resmen yüzümüz kızardı. tam utanç dolu başımızı yere eğip yenilgiyi kabul edecektik ki, savaşçı ruhlu yarim "en iyi yöntem en eski yöntemdir" düstürundan hareketle telefona sarılıp elindeki mızrakla operatörleri tehdit etikten sonra söke söke aldı koltuklarımızı, ben de onu kahraman ilan ettim. demek ki neymiş? ortada hezeyena kapılmış bir izleyici kitlesi varken, birkaç gün önceden yer ayırtılacakmış. yok ben illa ki son anda plan yaparım diyenlerden olunacaksa da "tamam yavru kuşum, ben sana yer bulurum. yeter ki sen büzme dudağını" kabilinden şövalye inadı olan bir sevgili edinilecekmiş.. bu kıymetli hayat dersi de sana yeni yıl hediyem olsun okuyucu. kaale alınıp dağıtmalık hediye çeki gönderilen bir blogır olarak palazlandığım günlerde buluşana kadar bununla idare edersin artık.

filme dönecek olursak...

1994'te yazılmış bir senaryo, 15 yıllık bir yapım aşaması, filme özel üretilmiş özgün bir lisan, 300 milyon dolara yakın bir bütçe türünden iddialı bilgilerin üzerimizde oluşturduğu hayli ağır baskılarla girdik salona. ve fakat hiç de hayal kırıklığına uğramadık. baştan sona kadar 3 boyutlu görsel bir şölen, bilet için cebelleştiğimiz her dakikaya değdi. fakat herşey görsellikle bitmiyor maalesef. 2012 filmi benim açımdan zengin efektlerle süslenmiş bir fecaatten başka birşey değildi. avatar ise, tam tersine tatmin edici bir senaryoya sahip:

bacakları tutmayan bir savaş gazisi olan kahramanımız, aslen ölen kardeşinin dahil olduğu dünyadışı bir programa katılarak, dondurucuda yaptığı beş yıllık bir yolculuğun ardından atmosferi bir tür zehirli gazla dolu olan pandora gezegenine gider. gezegen tüm kaynaklarını tüketmiş dünya için bulunmaz nimetlerle dolu bir maden ocağı gibidir. fakat ev sahibi "na'vi"ler önemli bir muhalefettir. atmosfer toksik olduğu için insanlardan ve pandora yerlilerinden alınan dna'larla birer genetik mühendisliği harikası olan avatarlar oluşturulur. ve kahramanımız bir tür bilinç akışıyla kontrol edilen bu avatar aracılığıyla hem yeniden bacaklarına kavuşur hem de yerli halkın arasına karışarak, insanlara doğrudan bilgi akışı sağlama olanağı bulur. film tamamen esas oğlanın bakış açısı üzerine kurulu. jake -esas oğlanımızın ismi bu- kendini yerlilere ispat edebilmek için türlü sınavlarla başa çıkmak zorunda kalır ve bu süreçte empati kurmayı öğrenir. olmazsa olmaz aşk mefhumu da işin içine girince, gerekirse parçalarımcı, kalbinin yerine silahını koymuş askerler karşısında na'vilerin safında savaşmayı seçer ve pandora'nın kutusu da böylece açılmış olur.

her şey bir yana, filmin en önemli ve neredeyse tüm senaryonun belkemiği sayılacak unsuru, jake'in sakat oluşu. avatar yeni bir proje olmamakla beraber, daha önce kimse yerlilere kendini kabul ettirmeyi başaramamış. jake ise, kardeşini ve bacaklarını kaybetmiş, artık kaybedecek birşeyi kalmamış melankolik kişiliği sayesinde bu yeni hayata oldukça iyi uyum sağlıyor. dönüp geçmiş hayatına bakma ihtiyacı duymayan boş bir sayfa gibi.. ve bence senaryonun bu psikolojik ekseni izleyende kayda değer bir tatmin duygusu bırakıyor. james cameron, belki 15 yıl hayalini kurduğu teknolojinin gelişmesini beklemiş olabilir, fakat filmin sırtını tamamen efektlere dayayacak kadar kolaya kaçan bir yönetmen de değil. yani filmini seven, işine saygı duyan bir yönetmenin elinden çıkmış, sağlam bir yapım var karşımızda. 

e bu mudur? budur! filme gidip gör okuyucu, herkes acayip sevecek felan diyecek kadar delirmedim henüz, fakat en azından hayal kırıklığı yaşamazsın.

geceden kısa kısa...
  • ademoğlundaki ne tür bir deliliktir ki, bir türlü ders almaz, adım attığı yerlere yıkımdan başka bir şey getirmez?! üç fırın ekmek yedim, hala anlamış değilim (buğdaygiller zihni açan bi tür amino asit içerir, evet).
  • inanılmaz bir renk uyumuyla süslenmiş cennetvari gezegeni 3 saat boyunca izleyince insanın içine mülteci ruhu kaçıyor. "sahte pasaport geçer akçe midir acep pandora'nın taşlı yollarında?" sorusu, çıkışa kadar salonda yüzdü resmen.
  • 3 metre boyundaki kuyruklu, mavi yaratıkları seksi bulmuşluğum da oldu çok şükür. bu saatten sonra şahsıma edecek tek bir lafım bile yok!
  • henüz bilet alma aşamasında "tüh be! zamanım olsaydı, ben de sizinle gelirdim" yollu konuşup beni beyin kanaması riskiyle, yarimi de iki arada bir derede kalmanın getirdiği soluksuzlukla başbaşa bırakan gıcık şahsiyete buradan en kalbi hislerimle selam etmeyi borç bilirim.
  • filme "herif 300 milyon doları buna harcayacağına gidip açları doyursaydı" yollu abuk bir yorum sarkıtan arkamdaki oksijen israfı kişi, hala yaşıyor oluşunu çıkıştaki kalabalıkta seni bulamamış olmama borçlusun, bilgine.
  • son olarak; sigara içilebilen bir salon istiyorum, yetkililere arz ederim.

18 Aralık 2009 Cuma

irşat kitabı

“bir gün birine, seni kim çizdi, dedim. kader, dedi. kader nedir ki, dedim. senin kulağına fısıldanan sana giz, bana ayandır. tanrı şakacı palyaço, kaderse onun kahkahalarının dinmeyen yankısıdır, dedi. palyaçodan korktum, onu ustam belledim.”

  • kendinden başkasının nasihatine güvenme. nasihat kişiseldir, herkesin gediği ayrı sıva ister oysa. birini uçuran söz, öbürüne pranga olur.
  • hakikat duvarını aştığında masal hızında düşlemeye başlarsın. o diyarlardan dönme bir daha! zira, hayatın kitabı masala uyumsuz kalır. kendini hırpalarsın!
  • hayatın acemisi olanı sevme! hayat acemiliği dediğin bir-iki günlük iş. üçüncü günde pişmeye başlamıyorsa, ya gözlerinde vardır bir arıza ya algısında. yüreği arızalı olana rast geldiğindeyse, durma kaç! o, profesyoneldir, kaderin ticaretini yapanlardandır..
  • kendi adına konuşmaya korkan için sen de sus! cümle tabansızlara baht biçecek sen mi kaldın? o tanrının işi de, tanrı insanı küfür belleyip dilsizliğe vardı, ne çare…
  • konuşkan, dil oynatır, kelime parlatır. sözün ustasıdır, yankı üstüne yankı patlatır. suskun ise bir el eder de, konuşkana nal toplatır dile getirmede.
  • konuşkan yerde, suskun göktedir. biri rast geldiğini anlatır, öbürü sonsuzluğu çözmekle geçirir günlerini.
  • konuşkanın dilinden, suskunun bakışlarından kork!
  • insanın menzili menfaati, hatırı bir küfür kadardır. üstüne sıvanmış etini bile sevmez insan; ruhuna ha bire paye biçer de, yeri geldiğinde onun bile fiyatı vardır.
  • saymaya sıfır’dan başla. sıfır hiçliktir, hiçlik her şeydir. hiçlik, her şeyin varlık sebebidir.
  • meta’dan muaf insan olur mu? olur! kıl payı yaşamak katılmışsa bir kez hamuruna, para da batar ruhuna, ev de, araba da.. ama öylesi gerçek delidir, zor bulunur.
  • hiçbir kurt bir insanı emzirmez. o dediğin, olsa olsa, açlıktan nefesi kokan insanın çelişik sanrısıdır.
  • kişilere has düzen yoktur, milletlere has düzen yoktur. düzen, cümle insanları kapsıyorsa eğer, sözlükteki karşılığını bulur.
  • herkesin son nefesinde kusmak için yuttuğu bir yalanı vardır. yok diyenin, hayatı yalandır.
  • seksi göz ardı edersen, fikrin abaza kalır. seksi amaç edinirsen, yüreğin sığ kalır.
  • ruhu bütün adam, acıya sağır adamdır. görmeyene göz, duymayana kulak, yatalağa ayak bulunur da, hissize yürek yoktur bu dünyada.
  • tanrının alemleri ve dahi ol yaradılmışları yazdığı kalemi çift uçluydu. birinden kara yazardı, birinden beyaz. karadan ölüm aktı, kötülük aktı insanın içine. beyazdan yaşam aktı, iyilik aktı. kara beyazı perdeledi zamanla. insanın cisminde sonsuzluğu, içinde iyiliği göremeyişin ondandır.
  • sözün tevazusu öznenin çoğulunda dillenir, yazının tevazusu harfin küçüğünde gizlenir.
  • zalimin hançeri elinde, mazlumun hançeri kinindedir. bu hesap baştan yanlıştır lakin, bir devir sonra mazlum zalimle, zalim mazlumla illa ki yer değiştirir.
  • kendine gaye edin, naranı bul. kanını kat ikisine, masalını oluştur.
  • elini havaya bula, suya bula, toza toprağa bula; dünyayı tanı. gönlünü yıldıza bula, aya bula, güneşe bula; evreni tanı.
  • kahkahanı sahteden, gölgeni kuytudan uzak tut.
  • şu dünyada bir toz zerresi kadar hükmün yok, umutlanma. senin sözüne kıymet verecek yine sensin. kendine de söz geçiremiyorsan, hiçsin. hayatın sureti gazaptandır sana.
  • yalnızlığına küfret, lanet et; ama ayrı düşme. alemlerin heyulasından yorulunca sığınacak kapı yine o olacaktır sana.
  • sevişmek günahmış, yalan! varsa da bir ayıbı, utancını ayıp listeleyen aklı-evveller çeksin. aşkı dillendir, sevgiyi payelendir.
  • nasıl istersen öyle yaz, yeter ki kelimenin kibrinden sakın. kalem fikrine değil, fikrin kalemine hükmetsin.
  • cümlenin düşüğünü sev, kusursuzuna yüz verme. kusursuz olan tamama ermiştir, kısır kalır. yazan bir tarafı eksik olandır,bütünlük onun neyine?
  • alemin yüzüne tükürürken kendi üstüne kusmayan alçaktır.
  • “oluş”a kara değdi, bozuluş oldu. “seçim”e gölge düştü, hürriyet yalan oldu…
  • kötülük çoğalanlardan, iyilik azalanlardan vücut buldu. bir tufan paklamadıysa dünyayı, ötesini ummak boşuna…
  • “son söz” diye bir-şey-yok-tur!!!

17 Aralık 2009 Perşembe

anne bak, yolda bir ejderha yavrusu buldum. benim olabilir mi?!


evcil hayvan dükkanındaki abi, niçin baktın bana öyle?! hadi baktın, ne diye bir adım geriye kaçıyorsun pamuk abicim? sürüngen sevmek ne zamandan beri deliliğin delaleti oldu? zaafımı ifşa ederek cezai ehliyetimden muaf mı bırakıldım ben şimdi? kafamda huni mi taşımam gerek bundan böyle, nedir yani?!

sürüngen cinsine zaafım var, evet. kaldı ki, hep bir ejderham olsun istemişimdir. bunun birçok sebebi olabilir. mini mini birlerden çalışkan ikilere geçme evresinde fazla masal dinlemiş olabilirim. lisede etrafa "eki eki, ben tolstoy okuyom ki" diye caka satıp, eve gelir gelmez fantastik hikayelerime gömülmüş olabilirim. ergenliğimin en abaza günlerinde beyaz atlı prensimin kaslı sinesini hayal etmiş olabilirim. hatta ve hatta, şovalyelerin ve ejderhaların olmadığı bir dünyada yaşamak istemiyor olabilirim. ve bugün dükkanına gelip, "20-30 cm boylarında dikenli çöl kertenkeleniz var mı acaba?" diye sormuş da olabilirim. ne olmuş yani?!!

ayıptır! seke seke geriye kaçmak da nesi?  sen anlayamadın ama, son derece de aklı başında bir insan evladıyımdır ben. mesela, en kaslısından prenslerin varolduğu bir masalın kadrosunda, en fazla sindirella'nın gelinliğini diken terzi yamağı olarak rol kesebileceğimin bilincindeyim. mesela, pantolonlarımın arasına sakladığım kertenkeleyi bulduğu o talihsiz anda ciyak ciyak bağıran annemi yatıştırmak için "ama ama.. büyüyünce ejderha olacak o!" derken, aslında böyle birşeyin olmayacağının da bilincindeydim. üstelik tüm bu farkındalığa ulaştığımda 7 yaşında, bit kadar bir velettim! gerçi yeterince beslersem hayal ettiğim boyutlara ulaşacağını farz ettiğimden, sabah akşam sinek tıkmıştım hayvanın boğazına. ama olsun, o kertenkele hüsnü'yle benim aramdaki mesele, seni hiç ilgilendirmez!

hani müşteri her daim akıllı ve haklıydı? hani müşterinin en abuk soruları bile, "vardı, ama kalmadı. bi daha da zor gelir" konulu bir nezaketle cevaplanırdı? gerçeğin yoluna çıkmak için masalın yolunda can tüketmek düsturu mazide kalmış olabilir, işin o kısmı kendine hakim olamayan şahsımın hatası.  amma velakin senin içindeki esnaf terbiyesi ne vakit öldü güzel abicim?!

ne diye gözlerini belertip travmalı ruhumu "bi doktora mı görünsem acaba?" kıvranışlarına gark edersin? yazık değil mi? şimdi, yarın sabahın köründe huzuruna damlayıp, hazır nazarındaki sıfatım da deliye çıkmışken, dükkanındaki satılık tüm canlıların soyunun sopunun ederini 42 kez sorguladıktan sonra kafamdaki huniyi eline tutuştursam ve akabinde hiçbir şey almadan çıksam, sana reva, bana hak değil mi?!

14 Aralık 2009 Pazartesi

tanrı katına arzımdır..


yakındır. yeni bir din gelecek. bugün, değilse yarın, olmadı öbür güne garanti. haklı sebeplerim var , nah buraya da yazıyorum okuyucu. canına yandığımın dünyası iyice boka batmış, buram buram tütmekte.. birbirimizin gırtlağının sıkmak sıradanlaştı, diğer eliyle de kendi ümüğüne yapışan  ultra sado-mazo kişiliklere evrildik. pedofili, nekrofili, zoofili bir yana, eşyalarla sevişenimiz bile var. kronik depresif, çokça obsesif, intihara meyyal hayatlar yaşıyoruz. mutsuzum, mutsuzsun, mutsuz! kökümüze bir kibrit suyu dökenimiz bile yok üstelik. tanrı hala bir böcek gibi ezmiyorsa kafamızı, hayran olunacak kadar iyimser demektir. geriye tek bir seçenek kalıyor: yeni bir din.

ileriyi görebilitemden aldığım güçle, gelecek olanın katılımcı bir din olmasını da umut ederek bazı taleplerimi sıraladım, açık dilekçe babında yayınlıyorum:
  • yeni kitap 20 sayfayı geçmesin, az ve öz olsun. zira, okumayı seven bir  ırk değiliz. uğruna adam öldürdüğümüz kitaplardan bihaber yaşıyoruz. hatta garantiye almak için mikroçip halinde tasarlanıp, direkt  olarak beynimize yerleştirilsin.
  • ilk kelimesi "git", ilk okuyanı da deniz baykal olsun.
  • allahın sopası olsun; tanrıyla kul arasına girenin, dini siyasete alet edenin tepesine indirsin.
  • peygamberi ikoncan olsun, donunun markasını, solaryumunu, bir gecede kaç kez eller havaya yaptığını felan takip edelim; hayat lay lay lom olsun.
  • 3 sevaba 1 bonus olsun.
  • "müşteri memnuniyeti hattı" kurulsun.
  • kredi kartına taksitle ve vade farksız cennet anahtarları dağıtılsın.
  • ctrl+f ve ctrl+alt+del desteği muhakkak olsun.
  • kamera açsın.
  • "kadınlarınıza söyleyin ki.." şeklinde cümleler olmasın, kadınlar muhatap alınsın.
  • tanrı bize para versin (yollasın peygambere, biz ondan tahsil ederiz). nefs açlıkla terbiye edilmiyor belli ki.
  • şeytan artık hatasını anlamış olsun, babaya sığınıp af dilesin. onun eşekliğine bizi yakıyorlar öte tarafta.
  • burada günah olanlar cennette de günah olsun. ömrüm bu çifte standartı anlamaya çalışmakla geçti.
  • tanrı aşk hayatımıza el atsın: aldatan yansın, aldanan yansın, sevip de korkusundan kaçanın allah anında belasını versin.
  • her yıl başka bi ülkeye hacca gidilsin, arapların rantı bitsin.
  • çocuklar ölmesin, şeker de yiyebilsin.
  • "tayyip ilen aptullah" birer kuklaya çevrilsin, herkes kıçıyla gülsün. şeytan yerine de hocaları fethullah taşlansın.
  • bütün dünya buna inansın, hayat bayram olsun.

11 Aralık 2009 Cuma

yediğin paralar müsait bi yerini tıkasın orhan!!!





adı: orhan yaşar
soyadı: çelik
ev telefonu: +90.2163623956
email adresi: saykorhan@gmail.com 
IP Address: 67.205.45.39 
cep telefonu : (533) 696 4222 
adresi: ışıklar apt 34/24 kozyatağı istanbul 
bankası: garanti bankası kazasker şubesi hesap numarası 6681389


adına kayıtlı 49 sitenin sahibi. ve sahip olduğu sitelerden gelen reklam paralarıyla beyler paşalar gibi geçinmekte. varsa bir mesleği, bilmiyorum. bildiğim tek şey, son iki-üç gündür bu isme takip ettiğim çoğu blogda rastladığım; ve hepsinin ortak şikayeti yazılarının çalındığı yönünde. emek sahiplerinin çeşitli uyarılarına rağmen çaldığı yazılara link vermemiş, çalmaya ve başkalarının yazılarından para kazanmaya devam etmiş bu sanal hırsız nasıl durdurulur, durdurulabilir mi ya da benim bloğumdaki cılız destek ne derece yardımcı olur, bilmiyorum. sadece bu linklerin mümkün olduğu kadar çok blogda görünmesi emek ve fikir sömürüsüyle yaşayan bu parazitin sahibi olduğu sitelere girişi azaltması açısından biraz olsun işe yarar diye düşünüyorum. 



http://cesetizleri.blogspot.com/2009/12/cal-oyna-orhan-celik.html


ilgilenenler, tepki koymak isteyenler yukarıda verdiğim linklerden ayrıntılı bilgiye ulaşabilirler.

10 Aralık 2009 Perşembe

röntgenciyim, röntgencisin, röntgenci!


son bir kaç gecemi hayvanların çılgın seks hayatı şenlendiriyor okuyucu. national geographic'in bir belgesel dizisi var: hayvanların seks hayatı. bölümler halinde yayınlanmakta. belgesel dedik, genel kültür dedik, ahlakımız bozuldu yemnederim. öyle böyle değil, bu dört ayaklıların içine fantazi şeytanı kaçmış tevbe bismillah. bir de benden söylemesi, bak izlerken televizyonun başında uyuklama; rüyana giriyor edepsizler..
  • kutup ayılarının çiftleşebilmek için dişinin izini sürerek 30 km yol yaptığını, yol boyunca 90 kg zayıfladığını, dişininse peşine düşen erkekleri beklerken karlara belenerek keyif yaptığını,
  • penisinde kemik bulunan tek canlının erkek kutup ayısı olduğunu ve zorlu bir seks sırasında dişiyi memnun edebilmek için uğraşırken bu kemiğin kırıldığını,
  • fillerin penisinin 2 metreden uzun olduğunu ve manevra(!) kabiliyetinin bulunduğunu,
  • bonobo denilen, primat ailesinden bir maymun türünün günün büyük kısmını seks yaparak geçirdiğini, partner açısından hiç de seçici davranmadığını, büyük-küçük, dişi-erkek demeden oral seks dahil her türlü pozisyonun barındığı bir ortam kurabildiğini, 
  • ağustos böceklerinin 17 yıl toprak altında kaldıktan sonra topluca yüzeye çıktığını ve kabuk değiştirmekle başlayıp ölümle sonuçlanan seks ritüellerinin 47 gün sürdüğünü,
  • dişi ağustos böceklerinin en güzel müziği yapan erkeğe tav olduğunu, 
  • dişi balinanın kimseyi boş çevirmeyip, arka arkaya beş-altı erkekle birlikte olabildiğini,
  • erkek balinaların acayip centilmen olup dişiyle çiftleşebilmek için terbiyeli bir şekilde sıra beklediğini, ve zaten dişiyi en son ilişkiye giren erkeğin döllediğini, 
  • cinsini unuttuğum bir kemirgenin erkeğinin günlerce süren çiftleşme esnasında harcadığı efordan dolayı postundaki tüylerinin dökülüp kelimenin tam anlamıyla "kuruyarak" öldüğünü,
  • dişi akrebin tıpkı peygamber böcekleri gibi seks partisi bitince erkeğini öldürüp yediğini,
  • istiridyelerin çiftleşme için hangi cinsin avantajlı olduğuna bağlı olarak duruma göre cinsiyet değiştirebildiğini,

biliyor muydunuz?

ben bilmiyordum, öğrendim şükür. genel olarak kültürüm arttı, huzur buldum, artık daha entellektüel bir yaşam tarzını benimseyeceğim.

bu arada, kutup ayılarının penisindeki kemiğin avcılar tarafından çıkarılıp başı altınla kaplanmak suretiyle çay kaşığı olarak kullanıldığı gibi gereksiz bir bilgiyi de bir talihsizlik sonucu öğrenmiş bulunmaktayım. üstelik asla unutamayacağımı bildiğim halde hafızamdan silmek için efor harcıyorum. sen de bil, sen de unut!

8 Aralık 2009 Salı

artık benim de internetim var, abieğ!



evimde internet bağlantısı var, allaam ne saadet! bugün modemi bağlamaya gelen herifi öpecektim az daha, o derece sevindim yani. "ne var ki bunda?!" manalı "hıh!"ladığını duyar gibiyim okuyucu, sakın! bu ev ilk kez küreselleşip, kendini dünyaya açıyor; kırma kalbimi. şurda iki satır mutlu olacağız, değil mi? bit kadar çocukların bile odasında internetleri var, ama benim yok(tu!)..


kafamı bozma okuyucu, çok pis küçük emrah'a bağlarım, geceni ajite eder, ızdırabın olurum yemnederim.

şimdiii...

  • sevgiliyi uğurla; tamam.
  • kapıyı kilitle; tamam.
  • kahve suyu koy; tamam. 
  • şööyle rahat bi pozisyon bulup, bi de sigara tellendir; tamaaam.
mefisto'yu arayan, bloglar arasında bulur. 
amin.

7 Aralık 2009 Pazartesi

oha!



sigara ile savaş vakfı onursal başkanı prof. dr. orhan kural, kısa süre önce gösterime giren “bornova bornova” adlı filmin gençleri sigara tüketmeye özendirdiğini savunarak, savcılığa bu konuda suç duyurusunda bulunacaklarını bildirdi. kural, yaptığı açıklamada, senaristliğini, yönetmenliğini ve yapımcılığını inan temelkuran'ın yaptığı, geçen ay gösterime giren "bornova bornova" filminde gençlerin yoğun şekilde sigara içerken gösterildiğini öne sürdü. sigaranın insan sağlığı üzerindeki kalıcı zararlarına rağmen filmin gençleri sigara tüketmeye özendirdiğini iddia eden kural, bu duruma seyirci kalmalarının mümkün olmadığını söyledi. kural, filmde bir sigara firmasının gizli reklamının da yapıldığını savunarak, “filmde sigaranın yer aldığı sahnelerin süresini tespit ettik. hukuki hazırlıklarımızı yapıyoruz. büyük bölümünde sigara içildiği ve bir sigara firmasının reklamı yapıldığı için film hakkında, tütün kurulu'na şikayette bulunacağız. ayrıca, savcılığa da suç duyurusu yapacağız” dedi.

doğrudur!  ben şahsen izledim, özendim. evet! bir paketten ikiye çıkardım, kafam böyle dumanlı dumanlı geziyorum. o kadar ki, beni kafese felan kapatsınlar, internetin, televizyonun yüzünü göstermesinler, sinemaları da kapatsınlar istiyorum. orhan kural amcama da buradan sesleniyorum: 

"orhan amca, ulu insan! babamı sildim yeminlen, senden haber bekliyorum. beni evlat edin! ben de böyle delirmek istiyorum. sinemalara gidip acep sigara içmişler mi, alkol almışlar mı, af buyur sevişmişler mi felan diye bakmak, sonra da bi koşu dava açmak istiyorum. sorumlu vatandaş güdülerimden aldığım güçle sanatçı tayfasına gününü göstermek için hazır ve nazırım; bilgine!"