bazı geceler insanlığın tüm cerahatinin aktığı arka sokaklara düşüyorum. kangren olmuş sokaklar geçiyor içimden. neden olmasın? başka bir yere ait olduğuma dair kanıtınız var mı? gözlerimi açtığım anda kesilen kalem tutan elimden aralıksız sızan irin, köşebaşındaki ölü bakışlı lambaya sarılıp haykıran sarhoş bir orospuya doğru akıyor. kelimeleri ahşaba vuran topuk kadar sert, ve yankılı cümleleri : "hüzünlü değilim ulan, diye bağırıyor, değilim işte! götünüz yiyorsa bi de böyle sevin bakalım beni!"
halbuki içine yuvalanmış o ağır hüzün söyletiyor bunu ona. olur öyle, inkar ettiğimiz, etimize en çok değendir bazen...
4-5 yaşlarındaydım. eve yeni renkli bir televizyon alınmıştı. grundig, iyi hatırlıyorum, kutusu gözlerimin önünde ve inanamazsınız, okuma bilmiyorken aklınıza kazıdığınız bir resim, okumayı öğrendikten sonra hala aklınızdaysa yazıya dönüşüyor. neyse, yeni televizyonun kutusu misafir odasında duruyordu. ablam kutuyu salona getirdi, beni de içine koydu. annemle babam gelince beni bulamasınlarmış. sonra kutu hareket etti, balkona çıkardı beni. ne dediğini de anlamıyorum içeriden, babam gelip birazdan çıkarır diye bekliyorum. kutunun içi dumanla doldu, bir köşesinden ateş daldı içeriye, belki sadece oyun oynanıyordu ama altıma işedim. ebe miydim? saklanıyor muydum? peki o halde nereye kaçıyordum? bazen diyorum keşke o kutuda kalsaydım. hiç çıkmasaydım..