11 Kasım 2009 Çarşamba

sayrılanıyorum, demdir bu!

“allah rızası için bana iş ver abi! sakatım, özürlüyüm; kimse iş vermiyor. ben de çocuk bakıyorum, yazık değil mi? ne iş olsa yaparım be abi.. ayağının altını öpeyim bir iş ver bana, allah rızası için…”

bu yakarı, kahvaltı esnasında balkon kapısından bana ulaştığında günümün aldığı şekil çoktan belli olmuştu zaten. balkona çıkıp da iç burkan bu sahneye bakmadım, hayır. seyirlik bir şey değil bu. ama ellerime baktım. ve çaresi asla bulunamayacak bir virüs misali senden bana, benden ötekine bulaşan kan lekelerine küfrettim. biliyor musunuz, ellerimiz kanlı bizim. çünkü hepimiz adı anlamını nicedir yitirmiş bir topluluğa, insanlığa mensubuz. ve bu hepimizi suç ortağı yapan vahşi bir düzenden öte bir şey değil!

bu yüzden mutsuzum işte. “evet, hayat güzel be!” diyemeyişim bu yüzden. felaket tellallığı ya da duygu sömürüsü olarak nitelenebilecek cümleleri bu yüzden sarf ediyorum. ama dünyada iyi şeyler de oluyor, diyorlar bana. evet, oluyor. olduğu için seviniyorum da zaten. yine de bir şey sevincimi zehirliyor, bir ağrı. acı ve gözyaşından nemalanmak değil bu, hiç değil. çünkü ben “ağrı” diyorsam, gündelik telaşımız içinde kırılan kalplerimizden, karaya vurmuş aşklarımızdan ya da bir türlü alışıp barışamadığımız yalnızlığımızdan değil, daha temel, daha öz’e ait bir şeyden bahsediyorum demektir. birlikte yaşamaya mecbur olduğumuz, yaşıyor olduğumuza dair duyduğumuz sevinci yavaş fakat ısrarlı bir biçimde giderek daha fazla inciten habis bir urdan mesela… buna kötümserlik mi diyorsunuz? kötümserliği asla gocunmayacağım bir sıfat olarak kabul edeli çok oldu, dert değil. iş ki, iyimserliğinizi oturttuğunuz temeller sağlam olsun. iş ki, siz haklı çıkın, ben yüzümü yere eğmeye razıyım! ve lütfen, ekmek alacak parası olmadığından çocuklarını yetimhaneye bırakmak zorunda kalmış bir baba ekranda feryat ederken, yurtdışına yaptığı gezilerden binlerce dolarlık cicileriyle, sırıtarak dönen bir başbakana sahip olmanın öfkesini ve acısını gömebilmek için her ne kullanıyorsanız, bana da verin!


ne yani, şimdi siz bana hayata iyimser bakabilmek adına, bir adamın tüm gururunu ayaklar altına alarak her işyerinin önünde yalvardığını duyduktan sonra kahvaltınıza “ama iyi şeyler de oluyor!” diyerek devam edebileceğinizi mi söylüyorsunuz?

bu dünyada bir ekmek parası için yalvaran insanlar var. ve bir ekmek parası için yalvaracak insan bulamayanlar… aç bir topluluğun içinde yaşayanlar… bir yardım umudu bulabilmek adına gözlerinizle sürekli olarak ufuk çizgisini taramak ne demektir, bilir misiniz? ben bilmiyorum.. ama kalbe ne kadar ağır geldiğini hissedebiliyorum.

her şeyden öte, komünizmi bu yüzden seviyor ve benimsiyorum. bir bütünün parçası olduğuna hala inanan insanlar olduğunu ispatladığı için. insan denen canlının bencilliğinden ve vurdumduymazlığından sıyrılıp hakkı yenmişin, ezilenin, zayıfın, yardıma muhtacın sesini duyabileceğine olan inancımı sürekli canlı tuttuğu için. yine de ben burada komünizmden ya da kapitalizmden ya da başka herhangi bir ekonomik sistemden bahsetmiyorum. ben tüm sistemlerden azade bir şeyden, dünyaya hangi açıdan bakarsak bakalım, içimizden eksik etmememiz gereken “empati” ve “vicdan” yeteneğinden bahsediyorum. ben, merkeze insanı koyabilen büyük yürekli bir hümanizmden bahsediyorum.

ne yani, şimdi siz bana menfaat-sever yapımıza yenilip canlıya ve yaşam hakkına saygı duyma yetimizi kaybetmeseydik eğer, tüm bu sistemlerin yine de var olacağını mı söylüyorsunuz?

aynı durum dini inançlar için de söz konusu. tanrısal inanç benim beynimin agnostik kıvrımlarına pek de uygun değil. ama bir tanrı varsa eğer, bizden hayli uzak bir köşede ağladığını düşünmek isterim. ve bu bir hakaret değil... kendi adıma, sırf öldükten sonra kullanmak için hanesine yazdırabileceği bir artı puan edinmek amaçlı yapılan yardımları samimi bulmuyorum. aslında yapılması gereken bu olduğu için, sonunda bir ödül bulunmasa dahi içimiz başka türlüsünü almadığı için, yani fayda gözetmeden uzatılan elleri daha makbul görüyorum. ve ama yine aynı sebepten dini inançlara saygı duyuyorum. içindeki kötülüğe şu veya bu sebepten dolayı gem vurmaya ve iyi olana yönelmeye çalışan insanlar olduğunu hatırlattığı için…

ne yani, şimdi siz bana vicdanımız nasır tutmasaydı eğer, ilahi kurallara bağlı bir ödül ya da ceza sistemini kapsayan tüm bu kitapların yine de var olacağını mı söylüyorsunuz?

daha güçlü, daha büyük biri parmağını sallayıp bizi ateşle tehdit etmeden birbirimizin mezarını kazmaktan vazgeçemez miyiz? nefret etmek diğer her şeyden çok daha zahmetli gelmiyor mu size de? evet, bu bir töz meselesi, biliyorum. varlık = 1, hiçlik = 0; tüm evren birlerin ve sıfırların karmaşık bir kombinasyonu. ve dolayısıyla biz de. insanın içindeki iyilik 1’e, kötülükse 0’a tekabül eder ve biz böylesi bir karmaşadan ibaret nefes alan canlılar olarak evrendeki yerimizi muhafaza ederiz. yani kendimizle uğraşmak zor, farkındayım. yine de dört bir yanımızdaki, sadece kendimizi görebildiğimiz aynaları kırıp daha rahat, daha huzurlu bir büyük nefes çekmek istemez misiniz ciğerlerinize?

biliyor musunuz; evrimsel süreç hala devam ediyor, hem de sandığınızdan çok daha hızlı bir şekilde. hiç ara vermeksizin sırtımıza bir umursamazlık zırhı örüyor. kalın, daha kalın, daha kalın.. kendi yarattığımız yamuk düzenin içinde boğulmayalım diye bir savunma mekanizması olarak. tıpkı av olmamak için bulunduğu ortamın rengini ya da şeklini alan böcekler gibi.. ve ben bunun bir lütuf mu yoksa bir lanet mi olduğuna bir türlü karar veremiyorum. sadece delirmemek adına keçilerime, son umuduma ve hayatla aramdaki o ince ipe sıkıca tutunarak sayıklıyorum; ayılabilmek, küresel bir uyku halinden, artık kemikleşmiş mahmurluğumuzdan silkinebilmek için:

“neydi şimdi bu? neydi? ne?”

ne kadar hızlı dönerse dönsün, bazı günler dünya kendine gelemiyor…




2 yorum:

  1. yazını en başından itiaren okurken "bu yazı umarım uzundur" diye geçirdim daha sayfayı bile gezmemişken.
    beni kızdırdın, duygulandırdın, düşündürdün ve silkeledin. cümlenin nereye varacağını merakla beklemek bi okuyucu için müthiş bir duygu.
    çok keyif aldım ve çok etkilendim.

    YanıtlaSil
  2. kısa yazamamak gibi bir dertten muzdaribim rapunzel :) inan çok sevindim okuyup beğendiğine. eksik olma..

    YanıtlaSil

doğaçlama iyidir..