27 Temmuz 2011 Çarşamba

amy öldü, hadi cesedine tükürelim!

"artık amy winehouse'tan geriye kalanlar da küle döndüğüne göre, hayatla başa çıkabilenler olarak biz, artan ahlak yüzdemizin şerefine kadeh kaldırabiliriz. ama sadece bir tane! çünkü biz iyi, verimli ve ahlaklı bireyleriz. ardımızda lekeli ayak izlerimiz yok mesela, hatalarımız yok. biz mükemmeliz. zorlu insanlık tarihimiz boyunca amy gibilerin üzerine oynadığı mazlumlar bizdik. şeytanın kabarık saçlı tohumları meftun eden sesleriyle ayartmaya çalıştılar bizi, ellerinden düşmeyen kadehleriyle "rehabilitasyona hayır!" dediler.. delik deşik damarlarını gösterip "iyi değilim" de dediler gerçi, ama biz böyle iyiydik; iplemedik. baktılar olmayacak, zevk yelpazesi hayli geniş nice günahlar serdiler ayaklarımızın altına da bana mısın demedik. nihayet "beklenen ölüm" gelip çatınca da derin bir oh çektik. içimizde gizlediğimiz ahlak polisinin ipini saldık ki, kanmaya müsait olanları uyarıp "bakın işte, desin, gördünüz mü? kötü çocuk olmanın sonu budur!" ama aslında kendimizi tebrik ediyorduk satır aralarında, biz iyiyiz dedik, güzeliz. biz aşırılık nedir, bilmeyenleriz. nar gibi kızardı egolarımız. ve fakat yetmedi, yetinmedik. hala yaşama cüretini gösteren "öteki"lere de ölüm istedik. 27'nin lanetine hikayeler düzüp, ibret alınmasını istedik. gencecik yaşında heba olmuş bir hayata üzülenlere daha onurlu ölümleri misal gösterdik. ve en sonunda bir cesedin üzerinden yaşadığımız orgazmın keyifli kızarıklığı hala yanaklarımızdayken ve içinde savrulduğumuz onca kavram karmaşasını da görmezden gelmeyi bilerek yine sana geldik. 

sev bizi, tanrı! 
çünkü biz kendimizi sevdik...

bizi cennetine al! 
çünkü biz bu uğurda insanlığımızdan feragat ettik...

amin."


ölülerin ardından ibretlik masallar kotaran his kabızı vatandaş! ah ne mükemmel bir ikiyüzlüsün sen.. ne görkemli bir yalancısın. bak sana söyleyeyim, içinde hala böbrek taşları misali taşıdığın günahların ve gizli pişmanlığını yaşadığın hatalarınla oh çekiyorsun ya şimdi, yalan! hala çirkinsin. o yaşadığın tatmin olsa olsa bir orgazm taklididir ki, buna inanabildiğin için gördüğüm en büyük aptallardan birisin. hayatla her başa çıkamadığında, yığılıp kaldığın her köşebaşında, ellerin paslı bir jilete her uzandığında bunu hatırlamanı isterim. bunu ve senden olmayanların ölümüyle düze çıkmak üzerine kurduğun beş para etmez medeniyetinin içine tükürdüğümü..

ah ulan, sen var ya sen.. son günlerde cinnete meyyalimin sebebisin sen.

8 Temmuz 2011 Cuma

yakarım lan burayı, komple yakarım!

sevgili deep, googhan, rory, ve mia "evinde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsan neyi kurtarırsın?" diye sormuşlar. 

aklıma en akla ziyan felaket biçimlerini dahi öngören holivud menşeli tipler geldi bir anda. sosyo-psikolojik kastın en altında komplo teorileri üretip duran, toplum içinde en kibar tabiriyle "deli" olarak anılan bu kişiliklere de hep özenmişimdir zaten. ben sorun çözücüden ziyade, felaket sebebiyimdir çünkü. evi ajanlar bassa sebebi benimdir, çok atarlı bir anımda yolda rastladığım bir takım elbiseliye gıcık olup kaslı erkeklerin yatakta iktidarsız olduğu teorisinden bahsetmiş olabilirim mesela. yaparım evet. adam da fena içerler, şubede ne kadar yandaş bulursa artık, hep beraber "devletin testesteron seviyesine laf etmek"ten evimi basıverirler.. 

ya da yangın çıksa kibriti çakan meşum el kesin benimkidir. hayır, daha önce çıkardım oradan biliyorum. ama sağlam sebeplerim vardı, anneannemden çekirdek araklamaya çalışıyordum bi kere. gerçi olay nasıl oldu da koca evi kül eden bir yangına dönüştü, işte orasını ben de anlamadım. hatta hala sülalecek toplanıp tartıştığımız bir muammadır bu. azmettik, çözeceğiz. yoksa ben de isterdim evin orasına burasına gizli bölmeler dolusu illegal öte beri yerleştirmeyi, efendime söyleyeyim yatak odasının zemininden ormana doğru kaçış amaçlı yararlanabileceğim tüneller kazmayı felan ama arıza çıkaran bünyem böyle alengirli şeylere müsait değil. bi kere zaten apartmanda ikamet etmekteyim ve arka cephede de kurda kuşa karışabileceğim karlı ormanlar falan yok. kader kısmet işi bunlar tabii.

tüm bunları düşününce, zavallı çantamın o kafası karışık, rezil hali sevindiğim tek şey olup çıktı. şöyle ki, içine abuk sabuk satırlar çiziktirdiğim defter çantada, kimlik, cüzdan vesaire çantada, lap top çantada.. dolayısıyla çantamı kaptığım gibi sebebiyet verdiğim yangından uzaklaşmam yeterli gibi görünüyor. aman canııım.. ben zaten eline geçen tüm öte beriyi çantasına tıkıştırıp, onu da utanmadan sevdiceğine, kardeşine felan taşıtan bi kız olmanın faydalarını bir gün göreceğimi biliyordum, şerefsizim biliyordum!

mimlediklerim; 

mon clementier
falanca filanca
yaş tahta
sadece umut
aman be hayat!

kolay gelsin... 

6 Temmuz 2011 Çarşamba

belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu..

insanlar konuşur...

iletişim özürlü ve içe kapanık bir bünye için evrimin en büyük hatasının adı budur: "wernicke" beynin konuşmayı mümkün kılan merkezi.

siz hiç tıbbi bir engeli olmadığı halde konuşmayan, içine duyularıyla soğurduğunu dışarı kelimelerle atmayan bir insan gördünüz mü? ben görmedim. ve fakat hep böyle birini düşledim. ben anlatacaktım, o dinleyecekti. gülecektim, dinleyecekti. ağlayıp küfredecektim, o sadece dinleyecekti. ve ben tüm bunları yaparken gözlerim onun yüzüne bir anlığına dahi kaymadan karşıdaki duvarı inceleyecekti. fazlasıyla kaba, benmerkezci ve ahlaksız bir tutum mu? olabilir, ama bunu düşlemekten kendimi alamıyorum. çünkü benim için duygulardan bahsetmek zorlu bir eylemdir. kucağımda ceset taşımayı hislerimi açıklamaya yeğ tutarım. başkasının yanında ağlayamayanlardanım ben, sevdiğini söyleyemeyenlerden. hiçbir zaman yanımdakinin kulağına eğilip "canım yandı" diyememişimdir mesela. bu cümleyi sarfetmem için o insanla bir daha asla karşılaşmayacağımı garantilemiş olmam gerekir. çünkü ertesi gün son derece iyi niyetli de olsa bir soruyla karşılaşmak muhtemeldir ki, hayatta en sakındığım şey neredeyse budur. ben daha çok söylediklerim bir an sonra unutulsun isterim, bir daha lafı edilmesin, bir suç ortaklığıymışçasına geçmişe gömülüp gitsin. kuyuya bağırmak isteği benimkisi. peki ya kuyuların devri çoktan bittiyse? ve zaten insanlarla kuyuların tabiatı hiçbir vakit örtüşmediyse?!

edip cansever'in mucize kabilinden bir masası vardır ya hani, koydukça koyar üstüne de masa bana mısın demez onca yüke. kendimi onunla bir tutmaya ne zaman başladığımı hatırlamıyorum ama sihirli bir tarafım olmadığını fark edeli çok oldu. an geldi yıkılacaktım, artık kendi fazlalıklarımı taşıyamaz olmuştum. tanrının ustalık işi değiliz biz, insan ruhu o kadar da elastik değil işte. hayata sürtünerek yaşıyoruz çünkü. sürtünme katsayısı arttıkça ruhun da çatırdamaya başlıyor ve öyle bir an geliyor ki, kendi ateşine çıra olmamak için ayaklarını toprağa gömüp fazla elektriği boşaltma ihtiyacı hissediyorsun. 

sizin ruhunuzu gömdüğünüz kümbetler nerede ya da kime sır diyerek emanet ediyorsunuz anılarınızı, bilmiyorum. ama ben arka kapılarımın yerini belli etmeden, hiçbir kaprisimi rahatsız etmeden yaşayabilmenin yolunu defterlerde buldum. öyle ahım şahım şeyler de değiller hani; benim attığım adım sayısınca yol katetmekten yıpranmış, akla hayale gelmeyecek yerlere saklanmaktan hırpalanmışlar. hem sayfaları da kalbim kadar temiz falan değil üstelik, çoğu yerinde düşünürken bilinçsizce çizdiğim o resimlerden var ve santimetrekareye düşen gözyaşı miktarına göre değişiyor kabarıklıkları. hatta şimdi bakınca, bir başkasının hayatını yaşamaktan ölümün dahi zevkine varamamış, onca anı yükünün altında sırtı bükülmüş ve omuz seviyesi olması gerekenin hayli altında seyreden cansız bedenler gibiler. yakmam lazım biliyorum, rahatı çoktan hak etmiş sayfalardan arta kalanları rüzgara savurmam lazım. ama yapamıyorum. her sayfasına kazınmış satırlarda handiyse atan nabzı hissederken varlığını alevlere teslim etmek.. bunun cinayetten ne farkı olur?

aksine, ilk aldığım o gün aklımda yeniden canlanırken ellerim kapağına uzanıyor. dünyanın en büyük gizini eşikten geçirip odama taşıyormuşum gibi hissettiğim an.. masama koyup da "ben bununla ne yapacağım ki şimdi?!" diye kaldığım an.. aradan bir müddet geçtikten sonradır ki, ilk sayfasına rastgele iki cümle yazdığım an...


"insanlar konuşur... ve evrimin en büyük hatası budur."


not: "anılar ve anıların yüklendiği eşyalar" konulu bu zorlu mimi çok sevgili ayl-in yollamıştı. mimden çok, vahşi bir kumpas olduğunu ancak yazarken gözlerim dolduğunda anladım. ayl-in'e en içten teşekkürlerimle  :)))

1 Temmuz 2011 Cuma

bugün zaman akmasın dursun, ben içinden geçeceğim

insanları genellemelerin içine tıkıştırıp etiketlemekten hazzetmesem de "aşık kadın" diye kanun hükmünde evrensel bir gerçek var ki, bunu inkara lüzum olmadığını ben bugün bir hemcinsimin yüzüne aval aval bakıp cümle kuramazken anladım.


kadın aksi, kadın nalet... olabilir tabii, çeşit çeşit insan var. neticede doğar doğmaz tarzlarına göre sınıflandırılmış renkli karakterlerle dolu bir gardırop sunmuyorlar sana. ilk gördüğünü üzerine geçirip bir aceleyle hayata atılıveriyorsun. gerisi ailene ve yaşam şartlarına kalmış; mevcut malzemeyi ne kadar şekillendirebilirlerse, toplamda o kadarsın artık. da, ben de aksi bir insanım. hem huysuzum da üstelik. belki de salt bu sebepten bu kadından ölesiye nefret ediyorum. hani sonradan kendimden utanacak olmasam, ablayı her türlü sözlü şiddete maruz bırakıp evine ömrü billah toparlanamayacak jöle kıvamında bir psikolojiyle gönderebilirim. o derece. amma velakin kendimi tutuyorum. gerçi bugün farklı, bugün sol yanımdan kalktım ben. sürekli geri sayım halindeyim. herşeye sinirliyim, tüm iğrenç vasıflarımın önüne çektiğim bariyeri yıktım, bütün dünyayı karşıma alıp iblislerimi saldım.. deyim yerindeyse, koskoca insanlık bir yanda ben bir yandayım. sevdicekle de kavga etmişim hazır, allahım bana yan bakan birini bul diye avuçlarımı kaşıyorum. bilmem anlatabildim mi?

bu vaziyette çekmeceleri karıştırırken giderek yaklaşan ayak seslerini duymamla ayağa dikilmem bir oldu. bak sen şu gelene.. tanrının yaramazlık yapası var bugün, bak kurbanımı gönderdi bile! üç kulhü bi elham oku da gel kızım, bugünü unutamayacaksın! derkeeen, içeri adımını attı ve daha ben çemkirişli hitabıma başlayamadan şakımaya başladı:


"aaayyy, ne güzel bi gün dii mi? çok severim yazı beeenn! hem zayıflamışım da zaten. tartıldım bugün, tam iki kilo vermişim. dukan diyeti diye bi şey buldum, sürekli protein alıyorsun ve çok hızlı kilo veriyorsun! haarika bi şey!!!"


haydaaa! tanrım dalga mı geçiyorsun? e ben çemkirecektim hani? çok atarlı laflarım vardı hali hazırda?! yok. hepsini yuttum, aval aval suratına bakıyorum. suratı da şirinleşmiş mi ne? mermer misali katı yüz ifadesine handiyse kazınmış o çatık kaşlar nerede, bu sürekli nutella kaşıklarmış gibi gülücükler atan kadın nerede? allahtan telefonu çaldı da iki karış ayrılmış ağzımı toparlamaya vakit buldum o arada. gerçi toparlamasaymışım da olurmuş hani, iki dakika sonra yeniden ayrılacak ağzın nesini toparlıyorsun? şu konuşmaya baksana..


"canım? hiç işte, vakit öldürüyorum bi tanem. hem ben sana küstüm, yarım saatte bir arayacağım demiştin, beş dakika geciktin!"

hönk!


"sen nerdesin? yaa gitmeee.. özlerim ben seni..."


tövbe estağfurullah.. hatun gözlerimin önünde bir memeli türünden öbürüne doğru mutasyon geçiriyor. ağzında şeker varmışçasına kelimeleri ezip büzüşü, mırlaması, giderek guruldaması... bir dakika önce garip bir insan türüyken, hemen akabinde kedigiller familyasına yaptığı transit geçişi ağzım açık izliyorum. yine! yok ben bugün toparlayamayacağım bu ağzı. yalnız bu biraz aynaya bakmak gibi, sinir ediyor insanı. kendi mırlamalarım falan geliyor aklıma, ki mırladığımı da şu an farkediyorum.. demek sevdiceğin kollarında nazlanırken bedenimi terketsem, kendi gözüme şu karşımda handiyse karnının kaşınmasını bekleyen hatun gibi görüneceğim. hay eros'un okları! bildiğin deliymişim lan ben. parapsikolojiyi neden sevmediğim şimdi anlaşıldı. 


herşey bir yana, bütün kadınlar aynı aşık oluyormuş meğer. tavır, tarz, hayata bakış, sosyal konum, eğitim seviyesi falan geç bunları. aşk kanını seyrelttiği zaman aynı psikozun yolcususun demektir, ben bugün bunu anladım.