24 Ocak 2011 Pazartesi

aristo, pollyanna ve ben, bir gün tümdengelirken...

psikoloji denen şey kanlı canlı bir mahlukat olsaydı eğer, hiç hayal gücü yok bu meretin, derdim. bir gün neşeli, bir gün depresif, bir gün bayık.. bir virüs misali senden bana, benden ötekine dönenip duruyor alemi. pek bir numarası yok yani. insan düşünen hayvandır diyorlar, düşündük de ne oldu? hepi topu birkaç moddan öteye geçemedik şükür. hayvan dediğin de sinirleniyor, acıkıyor, ürüyor ve saldırganlaşıyor; insan dediğin de. aradaki tek fark ifade edebilme becerisiyse eğer, evrim koca bir başarısızlıktan öte bir şey değil gibi duruyor. belki de baskıyı azaltıp yaşamı kolaylaştırmak adına, evrimin sunduğu seçenekler içinde en basit olanlarını seçmişizdir, kim bilir? yani baskın gelen, her zaman iç güdülere uymayı, öze ters düşmemeyi bağırıp duran alt benlikti. eh, ben de insanlıktan pek bir şey beklemiyorum artık zaten. kainatın her köşesine yol tabelaları dikeceği günler geldiğinde dahi aynı sığlıkta kalacağına kanaat getireli çok oldu. 

ama bu kadar basit değil sanki. ortama bu pessimist zehri yaydıktan sonra, dönüp arkanı gidemiyorsun. fikir beyan etme becerisine sahip nöronlarım ortada bir yanlışlık var dercesine kafatasımı dürtüklüyorlar: "birleştirdiğin noktalardan ortaya çıkan resim her seferinde şekil değiştiriyor, fark et artık moron!" aynı sayıda ve aynı yerde sabitlenmiş noktalar arasında çizilen doğruların toplamda aynı sonucu vermesi gerekmez mi? vermiyor işte, bu resim fazlasıyla amorf ve garip ama, kendinden bihaber bir iradesi var!


şapkanı önüne koyup, belki de, diyorsun o vakit; insan o kadar da sığ bir yaşam formu değildir. zaten öyle olsaydı anlamlandırılması da bunca meşakkatli olmazdı. sonuçta evren kendi kendini dölleyen paradoksal bir zincir ve tüm bu karmaşanın içinde bir yerde yeşermiş canlılardan da basitlik ummak fazlasıyla çocukça olur. konu insan olduğu vakit, baz aldığın referans noktalarından her zaman aynı doğruya ulaşamazsın. çünkü insan da kendi içinde bir paradokstur. tanımlamaya çalışırsak, biz hepimiz aynı çemberin etrafinda saf tutmuş canlılarız ve dalga bize her çarptığında bir adım atıyoruz. attığımız her adım başlangıç noktamızdan bizi uzaklaştırıyor gibi dursa da, bir o kadar da yakınlaştırıyor aslında. süreğen bir biçimde aynı yeri adımlıyor olsak dahi, sahip olduğumuz zihinsel dinamik her dönüşte farklı bir çıkarımda bulunabiliyor ve böylece, biz her dönüşte yeni bir bilgiye ulaşıyoruz.


tüm bunların ışığında, evrimin insanoğluna sunduğu en büyük armağan şudur diyebilirim: paradoksal ortamdaki bir hayvan, çıkış olmadığını defalarca deneyimlemesine rağmen, açık bir kapı bulabilmek için çemberin içinde dönüp dururken, aynı paradoksal ortamda kısılı kalmış insan bir süre sonra çıkış aramaktan vazgeçerek çelişkiden anlam çıkarmaya yönelecek, böylece paradoks sarmalını lehine çevirebilecektir. işte bu evrimsel yeti, belki de bir süre sonra insanın gözünü kendi içine çevirmesine, kendini bir de öğrendiklerinin rehberliğinde incelemesine fırsat vererek olumsuzluklarını bastırmaya çalışmasına neden olacak bir umut ışığına dönüşebilir.


peki ben bunları niye yazdım?

yarın söneceğini bildiğim halde, içine temennilerimi üflediğim bir mutluluk balonuna, bugünü bitirmemi sağlayacak güzel bir yalana ihtiyacım vardı, diyelim.. neticede sebep aramak paradoksun yapısına ters, elden birşey gelmez! şimdi balkona çıkacak, yağan yağmura karşı bir sigara yakacak ve şişirdiğim balon henüz sönmemişken, aşağıda koşuşturan insanlara belki geçici ama yine de huzur veren bir umutla bakacağım.





|

6 yorum:

  1. hayat tiyatro gibi sanki herkes kendi başrolü.... vee senaristi değil mi?

    YanıtlaSil
  2. evet öyle ama sorun tam da burada zaten. çoğu insan kendi senaryosunda nasıl bir başrol görmek istediğini düşünmüyor. yani evet, kimse süper kahraman değil, ama süper kahramanların asıl meziyeti de uçmak değil zaten. onları sevdiren benmerkezli bir yaşam anlayışından uzak, iyi niyetli ve barışçıl karakterleri daha çok. kendi üzerimize biçtiğimiz roller bu meziyetlerle donandığı gün, insanın evrimde bir üst basamağa çıkacağı gündür, diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  3. teşekkür ederim modafobik, eksik olma :)

    YanıtlaSil
  4. Psikolojik cikarsamalar muhtesem, pek begendim. Savunma mekanizmalarini kurmak, kendi yarattigina inanmayi abartmayinca nasil guzel, nasil kurtarici bazen di mi..Ben de bazen kendime boyadigim maskeleri icsellestirenlerdenim..

    YanıtlaSil
  5. herkesin farketmeden de olsa kurduğu savunmaya yönelik mekanizmaları var hayata karşı. benimkiler bir varmış bir yokmuş misali daha çok. sonu iyi biten masallara inanasım var bu aralar ama masal olduklarını da biliyorum bir yandan. tuhaf..

    YanıtlaSil

doğaçlama iyidir..