5 Şubat 2011 Cumartesi

hıncal uluç'a açık mektup

sizi şahsen tanımam, zaten bugünden sonra da hayatımda tesadüfi olarak dahi yer kaplamanızı istemem. hakkınızda bütün bildiğim, gazeteci olup televizyonlarda boy gösterdiğiniz, eskinin türk filmlerindeki para babaları gibi takım elbise içine fularla (büyük ihtimalle sabahları saten pijama üzerine robdöşambr ve fular olarak değişiyordur) gezdiğiniz, bana her duyduğumda küçükken çizgi filmlerde izlediğim "değerli" adındaki köpeği anımsatan antipatik bir gülme stiline sahip olduğunuz ve torununuz yaşındaki manken kızların sütun misali bacaklarını omzunuza atarak öpücüklü pozlar vermekten hoşlandığınız..


ama kaleminizi mürekkep hokkası yerine kubura batırarak döşemeyi tercih ettiğiniz bugünkü yazınızı okudum. yazınızda kullandığınız cümleler bana dedemi hatırlattı. siz de benim dedem yaşındasınız; "siz" hitabını seçişimin altında yatan sebep saygıya mazhar oluşunuz değil, sadece budur. ama dedemden oldukça farklısınız, aslına bakarsanız iyi ki de öylesiniz. benim dedem mahalle bakkalıydı. adı, mehmet'ti. ilkokul mezunuydu ve üç dil bilirdi: türkçe, kürtçe ve arapça. üçüne de doğduğundan beri konuşuyormuşçasına hakimdi. sizin gibi türkçe konuşurken araya farklı dillerden kelimeler serpiştirme ihtiyacı duyacak kadar yetersiz bir anlatım üslubuna sahip olmadı hiçbir zaman. bana seslenirken asla adımı kullanmaz, "canımın bülbülü" diye hitap ederdi..


siz hiç, birisini bu kadar içten hitap etmeyi tercih edecek kadar sevmeyi başarabildiniz mi?


yazınızda defne joy foster'ın arkasından saygıyla konuşulmasını hak edecek bir şekilde ölmediğinden, deyim yerindeyse yerden yere vurmanın mübah olduğundan bahsetmişsiniz. "bekar bir erkeğin evi" diye ısrarla vurgulamış, o eve giden, üstüne üstlük bir de utanmazca o evde ölen bir kadını direkt olarak mahkum ederken, ölüm olayının birkaç saat sonrasında "duygusal yakınlaşmamız oldu" tarzında çapsız açıklamalarda bulunan ev sahibi adama "kerata" diyerek erkekliğin şanındandır mesajı vermişsiniz. bu çelişik tavrınız söz konusu adamın küçük yeğeniniz olmasından, bekar evi diye ısrarla belirtmeniz de evinize gelen her kadını yatak odanıza davet etme alışkanlığınızdan ileri geliyor olsa gerek... benim dedem ise ölüme saygı duymayanın hayatta saygı bulamayacağını nasihat ederdi bana. insanları kati suretle yargılayıp yaftalamaz, gönül verdiği dinin kitabının türkçe ve arapça basımlarını hatmetmiş bir insan olmasına rağmen (ve belki de salt bu yüzden) ahlak zabıtalığına soyunmaz, yargılama işinin allaha mahsus olduğunu söylerdi. insanların özel hayatlarının mahrem olduğunu, hatalarını cezalandırmanın diğer insanların haddine düşmediğini ve kıyamet gününün bunun için var olduğunu da.. akademik açıdan yok denilebilecek eğitimine rağmen asla bir yobaz olmadı. namaz kılarken önüne geçip seccadesinin üzerinde yuvarlandığımı hatırlıyorum, hiç sinirlenmeden selamını verip namazı bırakır, bir müddet benimle oynadıktan sonra ona birkaç dakika müsaade etmemi ister ve namazına yeni baştan başlardı.


siz hiç, karşınızdaki insan çocuk olmasına rağmen kalbinin kırılmaması için bu derece naifleşebildiniz mi?


mesela dedemin torunu yaşındaki kızlarla gezip tozduğu vaki değildir. kişi kendini bilmeli, kendine yakışanı yapmalı, derdi o. siz ise, gezip tozmak bir yana, her zaman ak olduğunu iddia ettiğiniz alnınıza kırmızı rujla erkekliğinizin nişanesi olarak yapıştırılmış gibi duran öpücüklü resimlerinizle ve fuhuş operasyonu kapsamında gözaltına alınmış sevgililerinizi polisin elinden kurtarmak için açtığınız telefonlarla medya organlarını hayli meşgul ettiniz. işin tuhaf yanı, o zamanlar başkasına zarar vermediği takdirde herkes istediğini yapabilir, diye gülüp geçiyordum bu hallerinize. fakat şimdi büyük bir ikiyüzlülükle yazılarınızda yüksek ahlaklı geçinmekten dem vuruşunuz, "dinime küfreden de bari müslüman olsa" deyişini getiriyor aklıma..


hangi mantık dizgesine oturtsam gözümde bir türlü zeka kazanamayan yazınızda mahalle baskısından, empatiden bahsetmişsiniz. sanırım post-modern çağın felsefik psikozuna siz de tutulmuş, ileri derecede kavram kargaşasının içinde boğulmuşsunuz. yazık! eski bir kızılderili atasözü "bir insanı anlayabilmek için gökte üç ay eskiyene kadar onun makosenleriyle gezin." buyurur. anlaşılacağı üzere, empati kurabilmek her yiğidin harcı olmadığı gibi, en fazla hacet görmeye yetecek kısacık zaman dilimlerinde döşenebilecek kadar ucuz yazıların yazarlarına göre de değildir. derinlik ister, muhakkak ki vicdan ister!


ama madem bu kadar arzu ediyorsunuz, gelin birlikte empati yapalım..


ben defne'nin kocasının yerinde olsaydım eğer, henüz ölmüş karımın üzerine adi bir hayvan leşi gibi tükürülmesini istemezdim. beni aldatmış dahi olsa, bu durumun sürekli dillendirilerek insanların nezdinde çok amiyane tabirle "boynuzlu" durumuna düşürülmeyi ve salt bu sebepten insanların yüzüme vıcık vıcık bir acımayla bakmalarını, yerimde olmadıkları için içlerinden ya da gazete sayfalarından tanrıya şükür duaları sarkıtmalarını istemezdim. gururum kırılırdı. düşünceli geçinen bir insanın, karımın yaptıklarını onaylamasa bile benim onurumu düşünerek bunu diline pelesenk yapmamasını diler, yapanlardan ölesiye nefret ederdim.


ben defne'nin oğlunun yerinde olsaydım eğer, büyüyüp internette adını girdiğimde annem hakkında çıkan ve büyük bir seviyesizlik örneği olarak, anneme dolaylı yollardan orospu damgası vuran yazıları görmek istemez; toplum tarafından onurumun korunmuş olmasını dilerdim. hatta düşünüyorum da, ben o çocuğun yerinde olsaydım, tüm bu cümlelerin özü sözü bir olmayan insanlar tarafından yazılmış olmasına daha çok üzülürdüm..


dedem, ayağını her kaldırdığında yıllar sonrasını bile hesap ederek at adımlarını, derdi. benim dedem öldü. kanserden. ailemizin genetik hastalığı.. yani bizim ailemizin ömrü kısa ama sevindiğim bir şey var: genlerimizde, sizde mevcut olan türden akıl hastalıkları vuku bulmadı hiçbir zaman.


benim dedem öldü...öldüğünde hiç tanımadığımız insanlar geldi cenazesine, ağlıyorlardı. sonradan öğrendik ki, bakkalını kapatınca sırtına attığı çuvalıyla, önceden tespit ettiği fakir fukarayı dolaşıyormuş akşam vakitlerinde. çay, un, şeker.. elinden ne gelirse. ve hiçbirimizin haberi olmamış onca yıl, ne tuhaf. ondan her bahsedişimde kendimi yalnız hissederim hala, kimsesiz ve yapayalnız..


siz ise, belki de uzun bir zaman daha televizyonlarda boy gösterecek, demokratik platformlarda hastalıklı bir özgürlük anlayışıyla yazılar döşeyeceksiniz. bildiğim bir şey var ki, yarın, belki de ertesi gün ekranlarda yahut köşenizde "yanlış anlaşıldım" diyeceksiniz. kesseler sözümden dönmem, dediğiniz başınızı önünüze eğecek, ortalığa insanlık dışı bir tutumla saçtığınız tükürüklerinizi hiç utanmadan yalamaya girişeceksiniz. merak ediyorum, bahaneniz ne olacak?


- yaşadığınız onca yıl boyunca hayatın size vermeyi reddettiği bilgelikten yoksun oluşunuz mu?
- andropozlu beyninizin bulanıklığı mı?
- kimsenin sizi gerçekten sevmemiş oluşu mu?
- gelişimi güdük kalmış insanlığınız mı?


yoksa...


- zihnen sakat birine köşe veren genel yayın yönetmeniniz mi?


siz ne sanıyorsunuz? siz öldüğünüzde, en yakınlarınızın dahi tanımadığı insanlar hayır duaları ederek, en samimi gözyaşlarıyla mı uğurlayacaklar sizi? siz öldüğünüzde, "kerata" diyerek sırtını sıvazlayıp şımarttığınız insanlar, kendilerini çok ama çok yalnız kalmış gibi hissedecekler mi arkanızdan, yıllar yıllar sonra bile?


hiç zannetmiyorum!!!




|

16 yorum:

  1. mefisto okudum okudum okudum sıkıldım bıraktım.... sen kötü yazdığın için değil aksine çok güzel çok doğru şeyler yazmışsın ama dikkatini bir kaç konuya çekmek istiyorum.
    neden keratayı (!) suçlamıyorlar hiç düşündün mü?
    ahmet altan'ın oğlu haliyle başbakana yakın. eğer bu ölüm TARAFsız birinin evinde olsaydı emin ol masum bir kız diye bahsederlerdi. insanda biraz ar namus haysiyet olması lazım... ki kanımca bu adamlarda yok...
    denene yazık üzülür adam kıyas yapacaksan bile bunlarla yapma mefisto'can....

    YanıtlaSil
  2. Bu kadar zahmete ne gerek vardı. Medynın bittiğini düşünmüyor musunuz? Hatta rahmetli dedenizi anlatırken onunla mukayese etmeniz bile ona bir nevi rütbe vermek anlamına da gelebilir. İnanın değmez. Bu türler dinazordur. Sübyancıdır. Sapıktır.

    Bizim kültürümüzde; cenazeyi musalla taşına getirdiklerinde hoca "Bu merhumeyi nasıl bilirdiniz?" diye cemaate sorduğunda, cemaat hep bir ağızdan "İyi bilirdik." diye yanıt verir.

    Bu yaklaşımın derin bir anlamı vardır. Bunun bilincinde olan kaç medya mensubu vardır.

    Yazılarını keyifle ve müstefid olarak okuyorum. rahmetli deden için de fatihalar okuyorum.

    YanıtlaSil
  3. mefisto

    oncelıkle dedene
    o muhterem guzel ınsana rahmet dılıyorum


    buyuk olmanın ozellıklerını tasıyan cevresını sevgıyle kucaklayan bı ınsan olarak ornek olarak yasamıs ne mutlu ona ve sızlere

    olaya gelınce uzuntuyle takıp ettım tum gelısmelerı yazılan cızılen herseyı hem bu genc ölume uzuldum hem de bunun ustunden yasanılan raytıng ugruna cırkınlıklere

    ve bugun ben de yazdım bu konuda.

    cok uzgunum.

    YanıtlaSil
  4. zağanos; düşündüm tabii ve verilmesi gereken daha çok cevap vardı fakat yazı uzadıkça uzayacaktı. hem boşver, okumasan da olur. feyz alması gereken sen değilsin neticede :)

    YanıtlaSil
  5. profösör; o yazıyı okuduğumda ne kadar sinirlendiğimi nasıl anlatabilirim, bilmiyorum. birşeyler yazmam gerekiyordu, muhattabı okusa da okumasa da. yoksa elbette ki medya kendi açtığı çukurda boğulalı çok oldu.. herşey için teşekkürler :))

    YanıtlaSil
  6. öykücüm; çok güzel laflar bunlar, çok teşekkür ederim. senin de bu duruma duyarsız kalamayacağını biliyordum zaten ama yazını daha okuma fırsatı bulamadım. en kısa zamanda okuyacağım :)

    YanıtlaSil
  7. Hayırlı pazarlar olsun.. Yüreğine ferahlık dolsun. Dileklerin kabul olsun..

    YanıtlaSil
  8. ah çok teşekkür ederim, bilmukabele :)))

    YanıtlaSil
  9. Çok dolu dolu bir yazı, öfkeliyim ben de Uluç'a ama adamın huyu böyle seneler önce Sezen Aksu'da ona bir mektup yazmıştı hatırlarsın belki;

    http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=142070

    Uluç kö,es,nden yaşıyor mu ölmüş mü dinlemeden atıyor herkesin ardından. Nasıl bu kadar kötü niyetli olur ki bir insan.

    Reha Muhtar'da paylamıştı bir ara onu.

    http://www.medyaradar.com/haber/medyagunlugu-56349/zalimsin--zalim-kalacaksin-reha-muhtar--hincal-uluca-fena-cakti.html

    Şimdi anlaşılan ölülerin ardından konuşuyor ki verilecek bir cevap olmasın.

    YanıtlaSil
  10. reha muhtar'ın yazısını okumamıştım ama sezen aksu'nun mektubunu biliyorum. kötü niyetli bir mahlukat, orası kesin. yine de hani dersin ya, yok canım o kadar da değil! o kadarmış halbuki, o kadar kötü, o kadar sadist, o kadar sosyapat.. o kadar işte!

    YanıtlaSil
  11. şeytan bile ölen insandan elini çekermiş, yazıklar olsun konuşan herkese.

    yazın çok güzeldi ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
  12. şeytan artık aramızda dolaşmıyor zaten küfkedisi, bizi bırakıp gitti çoktan. kendi kötülüğümüz içinde boğulma potansiyelimizi görüp ona ihtiyaç kalmadığını düşündü bir ihtimal. haksız da sayılmaz hani..

    teşekkürler :)

    YanıtlaSil
  13. Çok iyi "yazılmış" bir yazı bu. ve iyi de hissedilmiş.. çünkü samimi. sağol.

    YanıtlaSil
  14. mefisto, blogundan haberim maalesef geç oldu, bu güzel yazının ardından, hemen eski hikayelerini okumak istedim.. deden huzur içinde yatsın, biliyor musun deden ölmedi, işte, bu anlattıklarınla, sana verdikleriyle yaşıyor, yaşamak nefes almak değil bence, kişilerde bıraktıkların... eline sağlık.. J.

    YanıtlaSil
  15. geç olmuş, olmamaış mühim değil juve :) çok teşekkürler, çok mutlu oldum beğendiğine ve dileklerine :)

    YanıtlaSil

doğaçlama iyidir..